Baştan itiraf etmeliyim ki, son dönemde muhasebe standartları ile ilgili yazılarıma ağırlık verdiğim için farklı bir konuda yazmak gibi bir düşüncem yoktu. Ta ki 27 Mart 2019 günü Borsa İstanbul 100 Endeksi’nde, bir önceki günün kapanış değerine göre yaşanan 5.503 puanlık düşüşe kadar..
22 Mart 2019 Cuma günü Döviz/TRY paritelerinde sert yükselişler oldu. Burada da daha çok USD/TRY paritesi önemli bu hikaye özelinde.
20 Mart Çarşamba günü 5,43 TRY olan parite, 22 Mart Cuma günü bir anda 5,76’ya yükseldi.
Ekonomistler ve piyasa analistleri bu duruma farklı yorumlar getirirken bir anda Londra Piyasasında TL swap faizlerinin yükselmesi dikkat çekmeye başladı. Tabi bu andan itibaren konu herkes açısından daha anlaşılır hale geldi.
Olan şuydu; Londra piyasalarındaki yabancı yatırımcılar, kısa vadede Türk Lirası’nın Amerikan Doları karşısında değer kaybedeceğini öngörerek, açığa TL satışı yapmışlardı. Ancak bu öngörülerinde bir problem oldu; TCMB, Londra piyasasına TL sağlayan Türk Bankaları'nın TL satışını kısıtladı. Bu da Londra piyasasında TL almak isteyen yabancı yatırımcıların TL'ye ulaşımını kısıtladı. Bu durum da, TL borçlanıp USD alan yabancı yatırımların, TL borçlarını çok yüksek kapatma riskiyle karşı karşıya bıraktı.
Tabi burada amaç tüm yabancı yatırımcılar değil, özellikle açığa satış yaparak sahip olmadıkları paradan para kazanmak isteyen yabancı yatırımcılardı.
Bu olayın ardından konuya ilgili ilgisiz her Türk vatandaşı yeni bir kavram öğrendi; swap :)
Bu durum ilk kez yaşanmıyor aslında. Bir benzerini 1992 yılında İngiltere yaşadı ve tarihe Kara Çarşamba (Black Wednesday) olarak geçti. Bir diğer benzerlik ise, her iki olayın da Çarşamba günü meydana gelmiş olması.
Britanya’da Kara Çarşamba 1992
O zamanki ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu (European Economic Community – EEC) üye ülkeleri, ortak bir para birimine geçiş dönemine hazırlık amacıyla 8 Mart 1979’da Avrupa Parasal Sistemi – APS (European Monetary System – EMS)’ni uygulamaya başladı. Bu sistem içindeki unsurlardan biri ise Döviz Kuru Mekanızması - DKM (Exchange Rate Mechanism – ERM)’ydı.
DKM’nin en önemli amaçlarından biri, sistemdeki üye ülkelerin para birimlerinin birbirlerine karşı anormal oranlarda değerli ya da değersiz hale gelmesinin engellenerek stabil bir parasal sistem yaratmaktı. Bu hedefle, bir ülkenin para birimin değeri, sisteme üye ülkenin diğer para birimine karşı -%2,22 ile +%2,28 arasında bir marjda değer kazanıp kaybedebiliyordu. İngiltere, ilk başlarda sistem dışında olmasına rağmen 8 Ekim 1990 tarihinde APS sistemine dahil oldu. Böylece finansal pazarların serbestleşmesi, döviz kurlarının kontrolü, tek bir (ortak) Pazar yaratmak adına büyük bir eşik daha atlanmıştı.
İngiltere birliğe girdikten sonra, yeni üye ülkelere sağlanan esneklikle kendi para birimini, mevcut standart olan -%2,22 ile +%2,28 arasında bir değer ile değil, +-%6 bir marj ile hareket ettirebilme kabiliyetine sahipti. Sisteme ilk girdiği anda kendi para birimini Alman Markı’na 2.95 orandan sabitlemişti. Buna göre bu kur 2.78 ile 3.13 arasında dalgalanabilecekti.
Özetle, bir nevi yarı sabit döviz kuru rejimiydi uygulanan.
Temel hedefse, daha önce söylediğim gibi, üye ülkelerin para birimlerinin dalgalanmalarını zaman içerisinde azaltarak, ortak bir para birimine geçiş ortamını sağlamaktı. (EURO) Ancak bir süre sonra işler pek beklendiği gibi gitmedi.
Almanya Merkez Bankası Bundesbank, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinin ardından (3 Ekim 1990) oluşan yatırım harcamaları ve bundan kaynaklanan enflasyonist etkileri azaltmak amacıyla faiz artırmaya başladı. Bu faiz artışı bir anda Alman Markı’nın değer kazanmasına, özellikle ABD Doları’na karşı değerlenmesi sebep oldu. APS içindeki tüm üye ülkelerin para birimleri de, bir marj içinde aniden değer kazandı. Ancak bu durum sürdürülebilir değildi ve önce İtalyan Liret’i %7 değer kaybetti, ardından İspanyol Pezosu ve Portekiz Esküdosu %6 oranında değer kaybetti. Bu şu anlama geliyordu: Diğer üye ülkelerin de para birimlerinde değer kayıplarının yaşanması olası idi, hatta sistemin doğası gereği bu gerekliydi.
Tam bu anda, adı daha sonra İngiltere Merkez Bankası’nı Alt Eden Adam olarak anılacak George Soros bir öngörüde bulunarak Pound’un çok değerli olduğunu ve bunun sürdürülemez olduğunu söyleyerek Pound’un değerinin düşeceğine dair pozisyon almaya başladı.
16 Eylül 1992 tarihine gelindiğinde ise, topladığı bütün 10 milyar Pound satarak Alman Markı satın aldı. Bu büyük satışla birlikte diğer tüm yatırımcıların da panik satışları başladı. Bu da Pound’un değerini hızla düşürmeye yetti. George Soros, beklediğini alıyordu. Bu kaos’tan çıkmak için İngiltere Merkez Bankası aynı gün içinde iki kez faiz artırımına gitmesine ve piyasaya yaklaşık 27 milyar Pound vermesine rağmen Pound’un 2.16 Alman Markı seviyesine düşmesine engelleyemedi. Bu, %26,7’lik bir devalüasyon anlamına geliyordu. George Soros, finansal savaşı kazanmış ve İngiltere Merkez Bankası’nı dize getirmişti.
17 Eylül 1992’de İngiltere APS’den çıktı. APS ise, krizi yönetmek adına (Britanya yanında İtalya, İspanya ve hatta üye olmayan ülkeler Finlandiya, İsveç ve Norveç’i de etkilemiştir) 2 Ağustos 1993’te üye ülkelerin kendi aralarındaki para birimlerinin +- %15 oranında dalgalanmasına izin vererek krizi yönetmeye çalıştı.
Krizin Etkileri Bu krizin İngiltere’ye maliyeti 3.4 milyar Pound olarak tahmin ediliyordu. Yıllar sonra bilgi edinme yasası kapsamında o döneme ait istenen belgelerden anlaşıldı ki gerçek maliyet de bu tutardaydı yaklaşık olarak; 3.3 milyar Pound.
George Soros, bir devlet ile giriştiği bu savaçtan 1.1 milyar Pound para kazanarak ayrıldı.
O dönem yaşananları genel olarak bu şekilde özetleyebiliriz.
Kara Çarşamba vs. Altın Çarşamba
Her ne kadar “Kara Çarşamba” olarak adlandırılsa da İngiltere, APS’den ayrıldıktan sonra kendi faiz oranı ve para birimini serbest olarak kontrol edebilme imkanına sahip olmuş ve böylece aralıksız bir büyüme trendine girmiştir.
1999 yılında kurulan ortak para birimi EURO’ya girmek gibi bir hataya düşmesini de engellemiştir.
Nitekim, benzer bir çöküşü Yunanistan ekonomisi, EURO’ya dahil olduktan yaşamıştır.
Bu nedenle İngiltere’nin yaşadığı durum bir açıdan bakıldığında Black Wednesday diğer açıdan bakıldığında Golden Wednesday olarak da yorumlanabilir.
Yazıyı daha çok kişiye ulaştırmak isterseniz, aşağıdaki sosyal medya araçları ile paylaşabilirsiniz.